Gezi

Karadeniz Yaylaları Gezi Notları – 1.Bölüm

Yazan: Sibel Şensu – 11 Ağustos 2017

İki kez yaz tatillerimizi Karadeniz yaylalarında geçirdik. Eşime kalsa her yıl gidebilir, çünkü sıcaktan çok rahatsız olduğundan Karadeniz’in serin yazlarına bayılıyor. Taptaze yemyeşil bir doğayla baş başa, ıssız yaylalarda, kalabalıktan uzakta olmak ikimizin de çok hoşuna gidiyor. Ama gençlik ve orta yaşlılık dönemlerinde genellikle iki kişilik tatiller yerine çocuklarımıza da uyacak tatiller planlarız. Peki onlar böyle bir geziden zevk alırlar mı sizce?

Ergen çocuklarınızla deniz kenarlarına gitmek dışında bir tatil seçeneği arıyorsanız anlatacaklarımı okumanızı öneririm. Karadeniz Yayla turlarını yaptığımızda kızımız lise çağındaydı. Her iki yaz gezimiz de unutulmayacak güzelliklerle, çok farklı deneyimlerle dolu geçmişti. Birinci gezimizde Ayder Yaylası’nda konaklamış ve her gün yakındaki bir yaylaya gidip otelimize dönmüştük. İkinci gezimizde ise katırla gelen eşyalarımızla birlikte yürüyerek 1 haftalık bir tur yapmış, vardığımız yaylalardaki evlerde konaklamıştık. Hepsini bir çırpıda anlatıp bitirmek istemediğim için ilk yazımı birinci gezimize ayırıyorum. Karadeniz’in daha az bilinen, daha el değmemiş yaylaları ile ilgili fikir edinmek isterseniz ikinci yazımı da kaçırmamanızı öneririm.

Karadeniz yaylalarının ilk gezisini bir Ağustos ayında Bukla Tur ile yaptık. O turda, 7 gün boyunca, yaşları 16 ile 55 arasında değişen 12 kişi, Çamlıhemşin’in yerlisi dünya tatlısı bir rehberle, Osman’la birlikte Adem Kaptan’ın minibüsüne doluşup eşsiz doğa harikalarını keşfe çıkmıştık. Biz lisedeki kızımızla birlikteydik. İki tane çok genç, bir de olgun çift yanı sıra tek katılanlar da vardı. Her gün kahvaltımızı Ayder’de yapıp öğlen yiyeceğimiz sandviçlerimizi hazırlıyor ve farklı bir yaylayı keşfe çıkıyorduk. İlk gün Avusor, sonra Sal ve Pokut Yaylalarını gördük. Derken Huser Yaylası’na zorlu bir tırmanış yaptık, Fırtına Vadisi’nde heyecanlı bir gün geçirdik, Kavron Yaylası’nı gezdik ve son olarak Çaymakçur Bölgesi’ni keşfettik.

Kimi yakın olan kimine biraz daha uzun sürede ulaşılan bu yaylalara Adem Kaptan’ın minibüsü ile şen şakrak, Karadeniz türküleri dinleyip söyleyerek yaklaşıyor, yolun bittiği yerde inip saatler süren yürüyüşümüze başlıyorduk. Bazen sis, bazen güneş, bazense yağmur bize eşlik ediyordu.

Grubumuz, rehberimiz Osman’ın da sevimli tarzı sayesinde hemen kaynaşmıştı. Dar patikalarda, kaygan geçitlerde herkes birbirine el veriyor, en arkadan gelen grubu toparlıyor, öndekiler arkadakileri kolluyordu. 

Osman, çılgın ve yaramaz bir genç adam gibi görünse de, işinin ciddiyetinin bilincinde olduğunu her fırsatta kanıtlıyordu. Kimin kondisyonunun daha düşük, kimin desteğe muhtaç, kimin motivasyonunun daha yüksek olduğunu ilk görüşte anlamış ve gruptaki herkesi ayrı ayrı hoş tutmanın yolunu hemen bulmuştu. Kızımıza ağabey, bize kardeş, gençlere arkadaş oluvermişti. Gezi bittikten sonra da Osman’la ve birbirimizle görüşmeye devam ettik.


Rehberimiz Osman’la her an heyecan, macera ve eğlence dolu
Her ortamda horona durulur…

Karadeniz Yaylalarında böyle bir gezi yapmak, tüm yaşamı İstanbul’da geçen, özel okullarda okuyan ve tek çocuk olarak büyüyen kızımız için kuşkusuz unutulmayacak bir deneyim oldu. Ülkemizin en güzel ve korunmuş doğal alanlarına sahip Karadeniz’den bir kesit görmesi birinci büyük kazanımıydı. Şehirde beton yığınları arasında büyüyen çocuklara ağaçları, türlü çiçekleri, kuşları, farklı yaşamları tanıtmak ve sevdirmek zor olabiliyor. Telefonlarından ve bilgisayarlarından uzak bir hafta hayali onlara çekilmez gelebiliyor. 

Rehberimiz Osman, yörenin “Süper Ergen”leri ile…

Hiç kuşku yok ki, rehberimizin ve grubumuzun güzelliği kızımızın bu farklı dünyayı daha çabuk benimsemesine ve tat almasına yol açtı. Tatil boyunca sıkıldığını söylediğini hiç hatırlamıyorum. Sanırım anılarında o günlere ilişkin tatlı hisler kaldı.

Her fırsatta eğlenceye fırsat bulunur…

Kızımızın kazanımlarından bir diğeri, küçük ve yabancı bir grupla zorunlu bir hafta geçirirken farklı yaş gruplarından kişileri, aileleri, ilişki dinamiklerini gözlemleme şansına sahip olmasıydı. Bu tür gezilerde ister istemez yakın iletişim kurmanız gerekiyor.

Ortan Köyü’nde…

Günün büyük kısmında aynı kişilerle olmak zorundasınız, kaçamazsınız, saklanamazsınız. Keyifli olmak için iyi geçinmeyi başarmak zorundasınız. Bu deneyimin kızımızın kişilik gelişimine katkı sağladığını düşünüyorum. Bizim şansımız, sevgi dolu bir grubun içinde olmamızdı. Ancak, hayatın her zaman bu kadar cömert olmayabileceği gerçeğine de hazırlıklı olmalıyız…

Fırtına Deresi’nde cesur grup üyeleri maceraya atılıyor…

Elbette bir başka kazanım, bedenin ve zihnin sınırlarını zorlamak, doğa ve iklim koşulları ile mücadele etmek ve güçlenmekti. Bu tür egzersizleri yılın bütün aylarına yayabilenler ve bunu bir yaşam biçimi haline getirebilenler şanslı! Umarım kızımız da bu tarz bir yaşam sürer. Üstelik zorlu parkurlardan sonra, üşümüş, ıslanmış ve perişan haldeyken, önünüze yayla sakinleri tarafından taze hazırlanmış nefis bir mıhlama, dumanı tüten karalahana çorbası ve mis gibi mısır ekmeği konuyorsa, bu her türlü yorgunluğa değmez mi?


Mıhlama (kuymak), özel peyniri ve mısır ununu lezzetli yöresel tereyağ ile kavurarak yapılır. Fotoğraf: http://www.kulturveyasam.com

Sırf bu anı yaşamak için bile yaylalara gitmeye değer!

Yasal Uyarı: Her hakkı www.superergen.com’a ait olan özgün içerik, Fikir ve Sanat Eserleri ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. https://www.superergen.com adresine çalışır durumda link verilerek alıntı yapılabilir.